Sen, aşağı ser sor'u gördün mü?
Tatvan’ın güzelliği ve şirinliği ile bir Akdeniz ya da Ege ilçelerinden farkı yoktur.
Yöre halkının deniz dediği Van Gölü’nün kenarına kurulmuş bir denizkızı kadar göz kamaştırıcıdır.
Dar bir vadiye sıkışmış, otantik güzelliği ile başka bir memlekettir Bitlis.
Bitlis’e Diyarbakır yönünden girip, kış mevsiminde göz açtırmayan tipisiyle meşhur Rahva geçidini indiğinizde tepeden inci bir gerdanlık gibi görünür Tatvan.
Bir başka güzeldir.
Yıllar önce bir haber takibi sırasında tanımıştım Tatvan’ın en ünlü ve efsane gazetecisi Vehbi Çelebi’yi.
Önce onu tanıtmalıyım size.
Çelebi, 1950’li yılların başında ilk gazetesini çıkarmış Bitlis merkezde, adı: Tasviri Efkâr.
1862’de İbrahim Şinasi’nin yayınlamaya başladığı havadis ve maarife dair gazeteyle aynı adı taşıyan.
Vehbi Çelebi, Bitlis efkârını tasvir etmiş uzun yıllar.
Ardından şartlar zorlayınca kapatmak zorunda kalmış.
Dideban adında ikinci gazetesini kurmuş.
Dideban ne mi?
Bitlis kalesinin karşısındaki tepenin adı.
Anlamı: Gözcü, bekçi, nöbetçi, gözetleyici.
Vehbi Çelebi el dizgisi gazetesinde memleketine yazıları ve fotoğraflarıyla gözcülük-gözlemcilik etmiş uzun yıllar.
Birleşik Krallık ‘ta pazar günleri yayımlanan sosyal demokrat bir gazete vardır: Observer, yani gözlemci.
İşte dideban da odur.
Bitlis’in Observer’ını o kurmuştur.
Türküsü de vardır;
Dideban üstündeyim
Dal boyun kastındayım
Erenler dua edin
Ben murat üstündeyim
Gidersen yolun olum
Uzanım kolun olum
Nerde konak edersen
Orda yorganın olum
Giderem Van’a doğru
Yolum İran’a doğru
Kes başım kanım aksın
Kadir bilene doğru.
Anadolu’da gazetecilik yapmak da gazete çıkarmak ve sürdürmek de zordur.
Hala da öyle, Anadolu basını can çekişiyor günümüzde de.
Gün gelir şartlar ağırlaşınca gözlemcilik yapamaz ve gazeteyi kapatmak zorunda kalır.
Gazetecidir Vehbi Çelebi, başka iş yapamaz.
Yine kolları sıvar, bulur buluşturur ve bu kez Bitlis Birlik gazetesini çıkarmaya başlar.
Dedik ya şartlar, şartlar yakasını bırakmaz, gazeteyi kapatır ve ikamet ettiği Tatvan’da 1965 yılında Kalkınan Tatvan’ı kurar.
Vehbi Çelebi her şeye rağmen gazetecilik yapmaya devam eder, ancak gazetesinin adı gibi kalkınamaz.
Çünkü çalmaz çırpmaz, kimseye eğilmez ve bükülmez, onurlu adamdır, meslek ilkelerine hep bağlı kalır.
Bugünkü besleme ya da merkez medyaya bakınca Çelebi’nin gerçek bir onur abidesi olduğunu anlayabiliriz.
Gelelim ser sor’a.
Oğlu Ferhan Çelebi gazetem Hürriyet’in Tatvan temsilcisiydi.
Yani babadan gazetecidir.
Nice manşetlere imza attık.
Bölgenin tozunu attırmışlığımız vardır, hasso gazetecidir, Tatvan’ın nabzını o tutar, tıpkı babası Vehbi Çelebi gibi.
Vehbi üstatla tanışıklığımız ve hoş sohbetini dinlemişliğimiz vardır, mesleki tavsiyelerini ve öğretisini almışlığımız da.
Bütün ciddiyetiyle öyle fıkralar ve mesleki anılar anlatırdı ki gülmekten kırar geçirirdi bizi.
Sanıyorum 1989 yılıydı, Turgut Özal Bitlis’i ziyaret edecekti, programı kesinleşince, Van’dan kalkıp, fotoğraf geçtiğimiz 5 kiloluk telefoto cihazı sırtımda Bitlis’e gittim.
Ayrılmaz üçlü olan ben, Bitlis temsilcimiz fotoğraf üstadı Enver Şengül ve Ferhan Çelebi buluştuk ve Özal’ı izlemeye başladık,
Özal, Bitlis valiliğini ziyaret etti, kafile çıkış yaptı, biz de o kalabalıkta alelacele aracımızı ararken omzuma bir el dokundu.
Döndüm, Vehbi Çelebi.
‘Macit bana bir kaset film ver, filmim bitti’ dedi.
O dönem dijital fotoğraf yok.
Film değerli.
E bir yandan da konvoyu kaçırmamamız lazım.
Boş bulundum ve ‘filmim kalmadı Vehbi amca’ dedim.
Oysa film gani.
Oğlu Ferhan fotoğraf çekiyordu zaten, ondan alır diye düşündüm.
Bir an duraksadı, yüzü döküldü ve aracımıza binerken bana, ‘sen aşağı ser sor’u gördün mü?’ dedi,
‘Yok görmedim, orası neresi?’ dedim.
Asık suratıyla bana, ‘müsait bir yerde müsait bir zaman gel göstereyim’ dedi ve gitti.
Araçta Enver’e ve Ferhan’a, ‘Ya Vehbi amca bir şey dedi bana ama anlamadım’ dedim,
‘Ne dedi?’ diye sordular.
‘Aşağı ser sor’u gördün mü?’ dedi diye yanıt verdim.
Aracımızın şoförü dahil herkes katıla katıla gülmeye başladılar.
‘Yahu ne gülüyorsunuz, aşağı ser sor ne ki?’ dedim.
Daha da güldüler.
Sonunda anlattılar.
Kürtçe ser; baş, sor; kırmızı demekmiş, yani başı kırmızı.
Vehbi amca bana fena giydirmiş meğerse.
Aşağı mahallesindeki başı kırmızıyı adres göstermiş.
Allah için iyi laf, anlarsan!
E biz de sonunda anladık ama fena küfür yemişiz.
Bu kez ben saldım kendimi, gülmekten karnıma ağrılar girdi.
Vay Vehbi Çelebi vay!
Daha sonra her karılaştığımızda gülerek, ‘Aşağı ser sor’u gördün?’ diye sorardı.
‘Görmedim ama anladım Vehbi amca, alem adamsın’ derdim,
Vehbi Çelebi’yi 2005’de kaybettik.
Öte alemde gazete çıkarıyor mu, cennette hurilere aşağı ser sor’unu gösteriyor mu bilmem.
Çok asil, çok babacan, hayatı sezmiş ve süzmüş bir insandı.
Ruhu şad olsun.